Turumuzun 2. Gününe hızlı bir başlangıç yaptık.
Sabah 09:00’da kalkan tur otobüsüyle önce Doğuş Holding’e ait olan Saklıkent Halıcılık’a uğradık. Halılar hakkında genel ve yararlı bilgileri aldıktan sonra önümüzde uçuşan halıları hayranlıkla seyrettik.
Bu bilgilerden hatırladığım bazıları özellikle el dokuması halılar ile fabrikasyon halılar arasındaki farkların anlaşılması üzerineydi. Gerçek halıların katlandığında o şekilde kaldıklarını, halbuki fabrikasyon halıların üretiminde kullanılan tutkalın bu halıların kıvrılmasına izin vermediğini öğrendik mesela. Halıların püsküllerinin de örme fabrikasyon halıları ayırt etmede faydalı olduğunu öğrendik.
Bunca emek ile üretilen halılar; ilgisi olsun olmasın herkesin dikkatini çekebilecek güzellikte...
Bu güzel Halı merkezini ziyaretimizin ardından istikametimiz Saklıkent oldu. Karaçay nehrinin vadiler arasından aktığı doğa güzelliğini herkesin görmesi gerekir. Toplamda yaklaşık 18 kilometrelik bir parkura sahip olan Saklıkent kanyonu içerisinde geçirilecek serbest zaman ziyaretçilere tanındı.
Yüksek bir debiyle akan Karaçay nehirini geçerek vadinin içerisine ulaşılıyor. 18 km’lik parkur sınırlı zaman içerisinde gezilmeye çalışılıyor. Tura katılanlara "şu saatte burada olun" denildiği için biran önce yola koyuluyoruz ve ilerleyebildiğimiz kadar vadinin içerisine gitmeye çalışıyoruz.
İlk etapta bel seviyesinde akan nehri geçmek en zorlu olan kısım. Bu bölümden sonra akan nehrin yüksekliği diz seviyesini geçmiyor.
İlerlemiş olduğumuz parkurdan geri dönerek geldiğimiz yönün aksine doğru ilerliyoruz ve kanyondan dışarı çıkıyoruz.
Burada bizi başka bir sürpriz bekliyor ve bütün maceracı ruhumuzla nehir üzerinde yaptırılan raftingi tecrübe etmeye karar veriyoruz. Rafting deyince aklınızda canlanan, bir bot içerisinde ellerinde küreklerle oturmuş 8-10 kişinin akan nehirle mücadelesi canlanmasın! Bu rafting daha çok tek kişilik dairesel şişme simitlerin içerisinde elinizde ki küreklerle kendinize yön vermeye çalıştığınız ve düşseniz bile su seviyesinin dizi geçmediği nehirde güzel bir tur şeklinde adlandırılabilir.
Saklıkent’te yaptığımız bu ziyaret rafting’in bitmesiyle son buluyor ve buradan öğle yemeklerinin yenileceği Tlos Yakapark Restaurant’a doğru hareket ediyoruz. Alabalık çiftliklerinin olduğu, küçük boyutlu şelalerin aktığı ve akan soğuk suların doğal klima görevi gördüğü serin ve hoş bir atmosfer. Su o kadar soğuk ki bu doğalsulardan oluşmuş havuzda 5 dakika durabilene ücretsiz içecek, 15 dakika durabilene de ücretsiz yemek ve içecek veriliyor.
Burası aynı zamanda bir havuzbaşı barı gibi de düşünülebilir. Ancak bu barda, barın üstünde alabalıkların yüzdüğü bir oluk bulunmakta. Bir taraftan içkilerinizi içebilirken diğer taraftan da alabalıklara dokunabilirsiniz.
Bu arada bu restauranttan ayrılmak üzereyken bir bayan 15 dakika soğuk havuz içerisinde kalarak herkesin alkışlarını topladı. Bu sırada bizim tur grubumuzdan bir İngiliz sadece 1,5 dakika dayanabildi suda kalmaya.
Havuz rekoru ise 2010 senesinde havuz içerisinde 2 saat 35 dakika kalan birinde bulunmakta. Düşününce, ben vucüt sıcaklığındaki bir havuzda bile 2 saat kalabileceğimi düşünmüyorum, insan sıkılır o kadar süre dura dura...
Öğle yemekleri burada yenildilkten sonra bu sefer istikamet Tlos antik şehiri.
Yaklaşık 20 bin ile 40 bin arasındaki bire popülasyona sahip olduğu tahmin edilen (4.000 kişilik kapasiteye sahip olan antik tiyatronun kapasitesi baz alınarak bu hesap yapılıyor) şehirde antik tiyatro, tiyatronun yolu önündeki ve insanların ticaret ile alışveriş yaptığı çarşı, spor müsabakalarının yapıldığı stadyum, mezarlıkların ve roma hamamının yer aldığı kısımlardan oluşuyor antik şehir. Bütün bunlar Grek dönemi ve sonrasında Roma dönemine ev sahipliği yapmış bir şehir. Roma döneminde Grek döneminden kalan yapılar korunarak geliştirilmiş. Bu şehirde de Metropolis yani halkın yoğun bulunduğu şehir merkezi, Nekropolis yani kayalar içerisine oyulmuş mezarlıklar ve Akropolis bulunmakta. Daha sonra da Bizans döneminde de varlığını sürdüren bu şehir de geçtiğimiz hafta içerisinde bu dönemden kalan bir klise bulunmuş.
Antik tiyatro hem Grek hem de Roma dönemi özelliklerini taşımakta. Grek döneminde performansların gerçekleştirildiği sahne seyircilerin seviyesinde iken Roma döneminde bu sahne özellikle de hayvan dövüşlerinin yapılması esnasında seyircilerin güvenliğinin sağlanması için daha aşağıda bir seviyede yer almaktaymış.
Bu arada Türkiye’de amfi tiyatro yokmuş hiç. Amfi tiyatro kullanımı yanlışmış. Amfi tiyatroların özelliği tam dairesel bir yapıya sahip olmaları; Roma’da Coliseum örneğinde olduğu gibi. Ancak Türkiye’deki antik tiyatrolar genellikle yarım daire şeklinde.
Tlos antik şehrinde ki stadyum ise oldukça büyük kapasiteli bir stadyum olarak yapılmış; bu da Tlos şehrinin bir bakıma atletizm merkezi olduğunu gösteriyormuş.
Ortadaki dikdörtgen şekilli bölge etrafında atletizm koşulları yapılmaktaymış, bu bölgeye Spinna ismi veriliyormuş.
Burası da seyircilerin atletizm faaliyetlerini seyrettikleri seyirci alanı.
Bu alanın yukarısında ise mezarlıklar yer almakta. Nekropolis.
Nekropolis'in üzerinde de Akropolis bulunmakta. Gökyüzüne daha yakın olan ve Olimpos’a yakın olması ile Tanrılara yakın olduğu düşünüldüğü Akropolis'de kral ve kraliçenin yaşadığı kale gibi yapılar bulunmakta...
Oyulmuş mezarlıklardan başka bir de aşağıdaki gibi mezarlıklar bulunuyor.
Oyulmuş mezarlar ise aile mezarları şeklinde. Mezarların içerisinde üç kişilik yer bulunuyor.
Akropolis’de ise Osmanlı döneminden kalma bir yapı bulunmakta. Burada Aliağa Kalesi yer almaktadır.
Tlos antik şehrinin tamamının görünüşü; anti tiyatro, stadyum, mezarlıklar, roma hamamı... Hepsi birarada görülebilmektedir.
Bu öğretici gezinin ardından otelimize geri dönüyoruz ve günün yorgunluğunu havuzda atıyoruz. Yarın yeni maceralar bizi bekliyor.
Fethiye Güncesi - 3. Gün (12 adalar)